26 Haziran 2018 Salı

Sevgi

                                 Sevgi

Yaşam denen muammada, var edilmiş olan her şey bir değerle var edilmiştir. Ve o değer, o varlığı hayatta diğer varlıklar arasında farklı kılan, onu pekiştiren, özünü oluşturan değerdir. Eğer bu değer vasfı olmasaydı, yaşam denen döngüde, anlam diye bir şey olmazdı. Hayattaki her şeyi ve her varlığı anlamlı kılan işte bu değerlerdir.
Bir aslanı aslan kılan,  ona verilmiş olan güçtür. Bu ona verilmiş olan en büyük değerdir. Ayrıca, avcılık özelliği, heybeti, kükreyişi onu meydana getiren değerlerdir.
Bir karıncayı karınca kılan çalışma azmi, onu farklı kılan en büyük değerdir. Bir köpeğin sadakati, ona verilmiş olan değerlerden biridir. Ve bu değer sayesinde insanoğluna en yakın olan varlıklardan biri olmayı başarmıştır. Ve değer bulmuştur. Gerçi günümüzde şahit olduğumuz ve dostluk ve sadakatlerine hayran olduğumuz o canlılara yapılanları gördükçe, insanlığımızdan utansak da, yine de bizim açımızda büyük değere sahip canlılardan biridir.
Suyun akan sesi ve serinliği, ya da sıcaklığı suyu su kılan değerlerdir. Ateşin yakıcılığı, ona verilmiş olan ve onun özü olarak, yani ateş olarak algılamamızı sağlayan değerdir. Kısacası, var edilmiş olan her canlı, ya da varlık, gözümüzde asıl özü ile algılamamızı sağlayan bir değerle var olmuştur ve bu değerleri sonsuz sayabiliriz.
İşte bütün bu varlıklar gibi, insanoğlu da birçok değerle var olmuştur. Onu varlık âleminde farklı kılan da bu değerler toplamıdır. Bu değerler neticesinde de, ya fahri kâinat olma onuru ve şerefine ulaşan, ya da efsali Safilin durumuna düşen ondan başka da bir varlık yoktur. Çünkü var edilmiş olduğu değerlerin aksine yaşam süren tek varlık odur. Ondan başka fıtratından gayri yaşam süren bir varlık bulamazsınız. Hatta bulsanız bile, o varlığı dahi aykırı yaşamaya yönlendirenin de, yine insanoğlu olduğunu görürsünüz.
Bir aslan, öldürmek üzere yaratılmıştır ve bu doğası gereği yaşar. Bu onun yaradılış fıtratıdır. Bir çakalın da öyle! Bir balık yüzmek, yumurtlamak ve belki günü geldiğinde av olup bir avcının oltasına takılarak tava olmak üzere yaşar. Onun bundan öte bir mücadelesi olmaz. Komşusu bir mi yumurtlamış, on bin mi, ya da o bir mi yumurtlamış, ya da yüz bin mi, hiç ama hiç enterese eden bir şey değil. O sadece doğası gereği, yaşamını sürdürmeye bakar.
Ya da ay az daha mı parlak, uzak yıldızlardan biri daha mı can alıcı ve yuvarlak, ya da güneş neden o kadar sıcak ya da büyük, diğer yıldızlardan hiç birinin umurunda olan bir şey değildir. Onlar sadece doğaları gereği devinimlerini sürdürmeye bakarlar. Bundan öte bir çaba ve mücadeleleri olmaz. Hatta öyle ki, döngüsünden öte, sonsuz ufaklıkta hızını artırma gayreti de olmaz. Zaten öyle bir çabası olsaydı, böyle bir denge olmazdı.   
Oysa eğer o balık yerine bir insanoğlu olsaydı, komşusu bin doğururken, o bir doğursaydı, dişi balığın kocası her halde anında, ya onu oracıkta binlerce oltaya geçirip lime lime ederdi. Ya da oracıkta tavaya atıp, diri diri tava ederdi, neden komşusu bin doğurdu da sen bir doğurdun diye.
Ya da eğer bir yıldız olsaydı, komşu yıldız az daha parlak diye, kalkıp kozmos âlemini cehenneme çevirirdi.
Ne ise aykırılığımızı açıklamak için bu örnekleri de sonsuz çoğaltabiliriz. İşte sonsuz çoğunlukta aykırılığına örnek, âlemdeki tek varlık olan insanoğlunun da, fıtratı gereği yaratıldığı değerler vardır. Onu farklı kılan da bu değerlerdir.
İnsanoğlu olarak, belki akıl bizim diğer varlıklardan en büyük farkımız olarak görünse de, asıl bizi farklı kılan, onun öncülüğünde sahip olduğumuz değerlerdir. Bunlar, hayâ, kardeşlik, dostluk, doğruluk, daha nicesiyle birlikte, en önemlisi saygı ve sevgidir.

Bu benim bloğumda yayınlayacağım ilk makalem olacak. İlk makalemde ne ile ilgili yazsam diye düşünürken, belki de tam dank gelen bir anda, televizyon seyretmek isterken, tesadüfen denk geldiğim bir programda duyduğum bir konu hakkında yazmak istedim. Gerçi programı birkaç saniyelik seyrettim diyebilirim. Yani duyduklarımı duyduğum süre zarfında ancak seyredebildim. Çünkü daha fazla seyretmeye tahammülüm olmadı. Programda, güya toplumumuzda cinci hoca diye tabir edilen biri, bir şeyler anlatıyordu her halde. Tam da o esnada, eline uzatarak, sırıtkan bir yüz ve iç burkan bir ifadeyle, başparmağını ve işaret parmağını bir birine sürterek, aşk, sevgi bunlar yalan, gerçek olan para para gibi bir şeyler diyordu.  Ve zan edersem bu adam bir de o sırada güya dini program kisvesiyle sunum yapıyordu. Oysa her halde düşüncesinin inancımız ve kitabımız Kuran’ı kerimle çeliştiğini bilmiyordu.
Çünkü Kuran’ı Kerimde birçok ayetten sevgiden bahsedilmekte ve insanlara tavsiye edilmektedir. 
Meryem Suresi, 96. ayet: İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.”
Taha Suresi, 39. ayet: "Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın; onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, Kendim'den sana bir sevgi yönelttim."
Daha nice sevgi ayeti ile birlikte, en önemlisi her halde bu kişi, Rum suresi 21. Ayeti hiç okumamış olmalı. Çünkü onda şöyle buyuruluyor.
Rum Suresi, 21. ayet: “Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
Ki bu ayet özellikle, aile ve eşlerin arasındaki bağı, yani sevgi bağının geliştirilmesi için, cami imamlarımızın her zaman vaazlerde ve hutbelerde dile getirdikleri bir ayettir.
Şimdi bu ayetin anlattığını, o adamın sırıtkan bir yüz ve fütursuzca parmaklarını bir birine sürterek, dokunduğu para veya para eden her hangi bir metal gibi, fiziki olarak görmediğimiz için yok mu sayacağız? Ya da haşa buna yalan mı diyeceğiz?
Düşünsenize, bu adam gibi düşündüğünüzü ve her şeye bu düşünceyle yaklaştığımızı farz edelim. Her gün eve girdiğinizde, kollarını açarak size koşan bir çocuğun, kapıyı yüzünüze açıp, yüreğinizi hoplatan bir eşin, kollarını açarak size sarılan bir anne, ya da babanın sevgisinden mahrum, dört duvarı yakut, ya da zümrütten bir dünyadan yaşasaydınız nasıl bir anlamı olurdu?
Oysa yakut ya da zümrüt, taş ya da toprak, ancak sevgi ile anlam bulur. Yoksa zümrütten de olsa, zindan yine zindandır. Ne seni saracak sıcak bir kolu, ne yüzünü güldürecek gülen bir yüzü vardır.
Asıl üzüldüğüm şey ise, bu asırda böyle şeylerin izlenmesi ve böyle safsataların dinleniyor olmasıdır.
Neyse güzel insan, sen yüreğini karartma ve asla sevip sevilmekten vaz geçme. Çünkü karanlık ne kadar zifiri olursa olsun, yine de güneş doğmaya devam eder. Onlar gereğini yaparak karanlığı, ruhsuzluğu, metaa tapmayı tavsiye ettikçe, sen seni insan kılan değerlere, hayâya, dostluğa, kardeşliğe, umuda ve de en önemlisi saygıya ve sevgiye yöneleceksin.
Böylece, her gün yanması pahasına, yaşama hayat veren ve yaşamı yaşanır kılan güneşin ışıması gibi, sen de karanlık yüzlere karşı yüreğini karartmayacak, fahri kâinat olarak, onların yalan dediklerini yaşanır kılarak, ışımaya devam edeceksin.    
Sevgi, saygı, barış, dostluk dolu bir gelecekte, daha nice güzel yazıda buluşmak üzere, hoşça kalın.
Zeki Tüzünlü
Not: Bu yazımdaki fikir ve birçok alıntı “=Barış Gülü =Şayşay=” adlı eserden alınmıştır.