Hakkımda


Ailem ve Çocukluğum:


Köyüm Kars’ın Digor ilçesine bağlı Düzgeçit köyü. Ufacık bir köydü. Ben en son uğradığımda otuz altı hanelikti. Artık epey zamandır uğramadığım için şu an kaç hanelik olduğunu bilmiyorum. Babaannemde dinlediğim kadarı ile Digor’un hemen hemen birçok köyü aynı anne babadan ayrılma üç kardeşin evlatlarından oluşan köylerdir. Bu kardeşlerden birinin ismi ise Cemal’mış. Ama biraz delice olduğundan Deli Cemal derlermiş. İşte Digor’un yakın civar köylerinden yedi sekiz köy, onun torunlarından ve soyundan olduğundan, o köylere Cemaldini köyleri derler. Benim köyüm de o köylerden biri.

Köyümüz her ne kadar ufak ve merkezden uzak olsa da, insani olarak her bir ferdi, cana yakın, misafirperver ve iyiliksever insanlardır. Özellikle Cemaldini köylerinin en belirgin özelliklerinden biri aşırı denecek derecede misafirperver olmaları ve insanlara olan sıcakkanlı sevgileridir. Mesela Cemaldini köylerinden birinde bir kapıya varıp, orada karnını doyurmadan ve misafirperverliğini görmeden ayrılırsan, o evdekiler utançtan köyün ortasına çıkamazlar. Hangi kapıya varırsan var, ister zengin bir kapı olsun ister fakir, mutlaka en iyi şekilde ağırlanır ve öyle ayrılırsın.

       İşte ben bu köylerden biri olan Düzgeçit köyünde doğmuşum.  Aslında doğum günüm tam olarak belli değil. Çünkü zan edersem ilkokula kayıt yaptıracağımız yaşa geldiğimizde, bütün köy çocuklarıyla toplu olarak gidip kazadan kimlik çıkarmışlar. Bu nedenle hangi gün doğduğumu bilmiyorum ve öğrenemedim de. Anneme sorduğumda, ilkbahar aylarında, tezeklerin toplatıldığı günlerde doğdun derdi.  O da nisan mayıs aylarına denk geliyor. İşte 1972 yılının bu aylarında bu köyde dünyaya gelmişim
       

Babam ve annem okuma yazma bilmezlerdi. Babam çobanlıkla ve hayvancılıkla bizi büyüttü. Biz üçü kız yedi kardeşiz. Babam da Cemal Dedesinin bütün özelliklerini taşıyan biriydi. Yani iyilik ve insanlık dendi mi, azı çoğu gözünde görünmeyen, yani nasıl deyim, yanındaki doysun diye kendi aç kalanlardan diyebilirim. Bu öyle hayali olarak söylenen bir şey değil. Umarım bir gün onun hakkında konuşulur ve öyle olup olmadığını sizlerde duyar öğrenirsiniz.

Çobanlık yaparak geçimini sağlayan biri olsa da, hatta topluma pek karışmayan ve uzak dursa da, ondan öğrendiklerimiz ve ondan bize yansıyanlar aslında bizi biz yapan ve kişiliğimizi tamamlayan şeylerdi. Aç kalsan da harama el uzatılmayacağını, ortamın ve durumun ne olursa olsun, sana yönünü çevirip gelene sırt dönülmeyeceğini, yardıma muhtaca, her ne olursa olsun elinde gelenin yapılması gerektiğini ondan öğrendik. İlkokulu bitirene kadar, o çobanın kanatları altında yaşadım.

Eğitim Hayatım:

İlkokuldan sonra bütün hayatım ailemden uzak geçti diyebilirim. Ortaokulun ilk bir buçuk yılını, yine Digor’a bağlı bir kasaba olan eski adı ile Pazarcık, yeni adı ile Dağpınar olan bir kasabada Halam ve Ablamın yanında okudum.

 Her halde hayatım boyunca gördüğüm en ağır yıllarda bunlardı. Her ne kadar halam olsa da, belki de geçim sıkıntısı ya da her nedense bilmiyorum bizi pek sevmezdi. Ablam ise gelini olmasına rağmen, onun o davranışına pek ses çıkaramazdı. Zaten öyle bir şansı da yoktu. 

Çünkü Halam duldu ve çocukları da onun sözünden pek çıkmazdı. Her neyse o birbuçuk senem öylece geçip gitti. Bir buçuk sene diyorum çünkü yarım senem ayağıma tırpan değdiğinde, doktor, rapor izin derken öylece kayboldu ve bir senem bu nedenle uzadı.

Ortaokulun diğer iki yılını ise yine dondurucu soğuğu, kutupları aratmayan aynı kasabada, uzak bir akrabamızın yanında okudum. Bu ev ise nasıl deyim, babam ve ailemden sonra, bütün insani değerleri öğrendiğim ev oldu. Özellikle Zeki Babam ve Pero annem, bilmiyorum, dünyada her anne ve baba evlatlarına anne babadır ve saygındır. Ama öz evlatları olmadığı halde, bir insanı öz evlatları kadar bağrına basan bir anne baba ise her halde en büyük saygıya muktedir olur. İşte onlar böyle bir saygıyı hak eden insanlardı. Bazen geç geldiğimde, bütün aileyi sırf ben geleyim diye sofraya oturtmayan, öz evlatlarından zerre kadar ayırmayan bir anne ve babaydı. Sonsuz saygılarımla Pero Anne ve Zeki Baba. Sizler her zaman kalbimin en derin yerinde, beni bağrınıza bastığınız gibi yüreğimde var olacaksınız.

 Liseyi Kars merkezde kirada kalarak bitirdikten sonra, Urfa’da bulunan Harran Üniversitesi Meslek yüksekokulu Muhasebe bölümünü de Urfa’da okuyarak, Bin dokuz yüz doksan altıda bitirdim. Üniversiteyi de bir yıl uzatmak zorunda kaldım. Çünkü maddi durumumuz üniversite giderlerini karşılayacak durumda olmadığından, bir yıl çalışarak ertesi yıl o kazandığımla okumak zorunda kaldığım için, mecburen iki yılda bitirmem gereken okulu üç yılda bitirmek zorunda kaldım.

Gerçi ailem her zaman yanımdaydı. Ama onlara bu durumu hiçbir zaman fark ettirmedim. Onlar her zaman beni okuttuklarını bütün masraflarımı karşıladıklarını sansa da, aslında hem okuyan hem çalışan biri oldum her zaman.

Çalışma
Hayatım:

Üniversiteden sonra göç ettiğimiz İzmir’de dört beş yıl muhasebecilik yaptım. Daha sonra ticaretle uğraşmaya çalıştım. Sonra İzmir’den de ayrılarak Başkentte taşındım ve şu an başkentte yaşamımı sürdürüyorum.

Aslında benim emir fobim var. Bu nedenle kendimi emir altında his ettiğim zaman, bazen bildiklerimi dahi unuturum. Başım ağrımaya başlar ve burnum kanar. Bu nedenle girdiğim hiçbir iş yerinde uzun süreli çalışmayı başaramadım. Kazandığım astsubaylık sınavına kayıtsız kalmam da bu nedenleydi. 

Başkentte geldiğim ilk yılları hemen hemen yapmadığım iş kalmadı diyebilirim. Hamallıktan ameleliğe, tatlıcılıktan seyyar satıcılığına kadar her şeyle uğraşmak zorunda kaldım. Bu arada sabahları bu işlerle uğraşsam da, her zaman içimde asla engelleyemediğim bir iz bırakma dürtümü de tatmin için, kendimi bir şeyler yazmaya verdim ve yazmaya başladım. Her iş çıkışı ve bütün boş zamanlarımı böylece değerlendirmeye başladım.  

Eserlerim:

Şu an yayınlanan il keserim olan
Barış Gülü =Şayşay=

Yayına Hazır eserlerim:

Basit Yaşamların Zirve Savaşları (Roman)
En Güzel Hayalimsin (Roman)

Senaryolarım:

Ateşten Yollar (102 bölüm)
Hayat-Statü-Mutluluk
Şaştım Kaldım

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder