Onur ve Kişilik
El
değmemiş ormanlar, gürül gürül akan şelaleler, ulaşılmaz zirveleriyle arşa kafa
tutan dağlar, çöller ve denizler, üzerinde yaşadığımız bu dünyanın doğal
oluşumlarıdır. Ve bu oluşumların ne bir eli, ne bir ayağı, ne de insanı kendine
çekmek için bağırıp kendini duyuracak bir dili vardır. Ama yine de birçok
insan, bu gibi doğal güzellik ve oluşumları görmek için, kilometrelerce, hatta
bazen kıtalar arası yolu kat eder. Onca yolu kat etmelerinin tek nedeni ise,
adını ve güzelliğini duyduğu bu doğal oluşumları görmek içindir.
Bir ormanın bin bir renk ve çiçekten sahip olduğu bitkisi ve ağacı, içinde barındırdığı binlerce kanatlı kanatsız canlı, onun birer parçası ve onu güzel kılan dallarıdır. Aslında bunların her biri ormanı var eden uzuvlarıdır. Onu şekillendiren, göze getiren ve orman diye adlandırılmasını sağlayan da, sahip olduğu bu çeşitliliktir. Eğer barındırdığı bu çeşitliliği yavaş yavaş, ya da tek tek yok etmeye başlarsanız, zamanla bu vasfını yok edecek ve gün gelecek ki, binlerce kilometre, hatta kıtalar arası insanı kendine çeken ormanın yerinde, esen yeller ve insanların kaçtığı ıssızlıktan başka bir şey bulamazsınız. Yani böylece onu yok edersiniz.
Bir ormanın bin bir renk ve çiçekten sahip olduğu bitkisi ve ağacı, içinde barındırdığı binlerce kanatlı kanatsız canlı, onun birer parçası ve onu güzel kılan dallarıdır. Aslında bunların her biri ormanı var eden uzuvlarıdır. Onu şekillendiren, göze getiren ve orman diye adlandırılmasını sağlayan da, sahip olduğu bu çeşitliliktir. Eğer barındırdığı bu çeşitliliği yavaş yavaş, ya da tek tek yok etmeye başlarsanız, zamanla bu vasfını yok edecek ve gün gelecek ki, binlerce kilometre, hatta kıtalar arası insanı kendine çeken ormanın yerinde, esen yeller ve insanların kaçtığı ıssızlıktan başka bir şey bulamazsınız. Yani böylece onu yok edersiniz.
Hatta
doğal yaşamda var olan öyle bir realite vardır ki, belki de ona yapılan kıyıma
karşı verdiği en büyük tepkilerden biridir bu. O da, elsiz, ayaksız, dilsiz,
sadece güzelliği ile insanoğlunu kendine çekmesini başardığı gibi, yeri
geldiğinde ona yapılan aksi müdahalelere karşı gösterdiği tepki ile insanoğlunu
kendinden kaçırmasını da başarmasıdır.
Mesela,
yaşarken bakmaya kıyamadığımız bir ceylanın, ötüşüne doyamadığımız bülbülün,
devasa boyutlarıyla, seyre doyamadığımız filin, zürafanın katledilmesi sonrası
leşe dönerek yaydığı koku ve korkunç görüntüleri ile elsiz, ayaksız, ya da
sessiz olarak insanoğlunu kendinden kaçırmayı başarması gibi. Veya bir zamanlar
gülü, çiçeği, meşesi, çayırı ile gezmeye doyulmayan nice orman ve ovanın, yok
edilmesi sonucu, bu gün ekolojik sistemde kendini gösteren negatif
reaksiyonlar. Dünyanın birçok yerinde, ölümcül düzeyde baş gösteren kuraklık,
ya da dengesiz aşırı yağışlardan önlenemez sel sorunlarının giderek daha fazla
duyulması gibi.
Bunlar var olan doğal yaşamı meydana getiren
her bir parçasının, yapılan müdahaleler sonucu gerçek özünden sıyrılması ve
özünü kaybetmesi sonucu gösterdiği tepkilerdir. Doğal yaşamın bir parçası olan
insanoğlu da, ondan farksız değildir. Nasıl ki, bir ormanı orman yapan, her bir
çiçeği, gülü, kelebeği börtü böceği onun birer uzvu olarak, var olmasını
sağlıyor ve onu orman olarak vasıflandırıyorsa, insanoğlunu da vasıflandıran ve
birey ya da toplumsal olarak var olmasını sağlayan vasıflar ve özellikler
vardır. Onlar da bir önceki yazılarımda dile getirdiğim gibi, sevgi, dostluk ve
benzeri özelliklerdir. Bu vasıf ve özelliklerden belki de en önemlilerinden
biri de onur ve kişiliktir. Onu şekillendiren, farklı kılan ve insani benliğine
ulaştıran belki de en önemli özelliği de budur.
Bu
değerler ise kolay kolay sahip olunan değerler değildir. Çünkü onur ve kişilik,
birçok insani özelliğin toplamından sağlanan bir olgudur. Birine onurlu ve
kişilik sahibi demek için, ya da onur vasfını hak etmek için toplumsal kabul
görmüş birçok kavramı hak etmek ve o kavramlara sahip olmak gerekir.
Her
şeyden önce, kültürümüze göre namusuna, ya da genel bir anlayışla söylemek
gerekirse, eşine ve çocuklarına sahip çıkmak, onurlu ve kişilikli olmanın en
önemli özelliğidir. Çünkü namusuna, ya da eşine ve çocuklarına sahip çıkmayan,
hayvani bir dürtü ile yaşar ki, hayvanlar da ise bu tür kavramlar söz konusu
değildir. Böyle bir yaşamın, vatan sevgisi, vatandaşlık sevgisi, bayrak
sevgisi, konu komşu ve milliyet duygusu, kısacası onu bir insan olarak toplumla
bağdaştıran hiçbir kavrama bağlılığı da olmaz.
Bu
gün toplumsal olarak, inanın çıktığımız sokağımız, mahallemiz veya şehrimizin
bize gösterdiği gerçek ise, bu kavrama bağlılığın giderek ne kadar
zayıfladığını göstermektedir. Toplumları illeri taşıyan genç nesildir. Çünkü
gelecek ancak onların varlığı ile şekillenir. Bu gün özellikle yaşadığım
şehirde her gün şahit olduğum içler acısı durum, bu vahametin açık
göstergesidir. Çünkü genç neslimizin gün geçtikçe, daha da parlayıp
ışıyacağına, ilme, irfana, sanata, geleceğe sarılacağına, uyuşturucuya, fuhuşa,
gaspa ve kendini satma eğilimine girdiğine şahit olmaktayız.
Evet,
belki bir çok okuyucu gördüğü ve şahit olduğu birkaç kişiden dolayı ki, bu
birkaç kişi denilen sayıyı saymak ise artık mümkün değil. Çünkü şahit
olduklarımız artık sayılmayacak kadar, kendini ulu orta açığa vuran bir rakama
ulaşmıştır maalesef. Böyle bir genellemeye
itiraz edebilir. Ama doğal bir gerçek var ki asla itirazımız da, karşı
koymamızda mümkün değil. O da, koskocaman barajları yok olma eşiğine götüren
nedenlerin en başında, hiç önemsenmeyen en ufak çatlakların olduğu, ya da tek
bir damla zehrin, koskocaman bir kazan sütü heba etmeye yetmesi gibi
gerçeklerdir.
Her
çocuk mutlaka bir anne ve babadan dünyaya gelir. Peki, şimdi bu çocukları ulu
orta ortaya salan anne ve babadan, toplumsal bir fayda beklenebilir mi? Ya da
artık bu yaşam biçimini seçen bir nesilden nasıl toplumsal bir gelecek
beklenebilir? Bu gibi bir nesilden, aile, komşu, millet, vatan ya da bayrak
sevgisi, ya da böyle bir toplumda, bu değerlere bağlılık beklenebilir mi?
Onur
ve kişilik sahibi bir bireyin sahip olduğu en önemli başka bir özellik, asla
hak etmediğine ve hakkı olmayana el uzatmamasıdır. O alın teri dökmeden, ya da
kendi emeğinin karşılığı olmayan hiçbir şeye el uzatmadığı gibi, başkasına ait
olan hiçbir şeye de göz dikmez ve asla sahiplenmeye çalışmaz.
Onur
ve kişilik sahibi bireylerin barındırdıkların başka bir ortak özellik ise, asla
yalana başvurmamaları ve dost doğru olmalarıdır. Onlar hiçbir zaman yakın ya da
uzak hiçbir insan için yalan beyanda bulunmazlar ve insanları karalayıp
kötülemezler. Her hangi bir durumda, asla doğrudan ayrılmazlar ve bu durum
yakını, ya da bizatihi kendi canını yaksa da, onlar yine de doğru olandan
yanadırlar.
Onur
ve kişilik sahibi her bireyin taşıdığı ve onları toplumda farklı kılan belirgin
başka bir özellik ise, asla el açmazlar ve yardım dilemezler. Hatta öyle bir
durumla karşılaşmaları halinde, bu onlar için o kadar ağır olur ki, belki
açlıktan, ya da öyle bir duruma düşmekten ölümü dahi tercih edebilirler. Çünkü
bu özellik, her gün yanmasına rağmen, ışık olma pahasına, evreni yaşanır kılan
belki de en büyük yıldızdan ona sirayet eden en belirgin özelliktir. Aslında
toplumları var eden ve illeri taşıyan, bir arada tutan en belirgin insani değer
de belki de budur.
Oysa
bu gün, sokağa ya da mahallenizin bir köşesine çıkın şöyle bir etrafınıza bakın
bakalım. Göreceğiniz her hangi bir belediyenin yardım aracının etrafında, yemek
ya da içecek dağıtan yardım kuruluşlarının kapılarında, ya da hiç görmezseniz
her hangi bir namaz vaktinde, en yakınınızdaki her hangi bir caminin kapısına
uğrayın ve şöyle bir bakın. Özellikle yardım araçları ve yardım kuruluşlarında
uzayıp giden kuyruk ve toprak atsan yere düşmeyecek kalabalıkları görün ne
demek istediğimi anlarsınız.
Artık
insanlarımız bırakın böyle yardım kapılarından bulunmaktan utanmayı, onura
aykırı görmeyi, bir nevi o yardımı kapmaktan onur duymaya ve marifet saymaya
başlamış duruma gelmiştir. Adamın altında son model Mercedes araç, yaşadığı
daire yüz milyarlar değerinde, neredeyse bağ bahçe han hamama sahibidir. Ama
yine de bu tür yardım kuyruklarında ve yardım amaçlı dağıtımlarda bulunmaktan
esef duymamaktadır.
Hadi
büyükler neyse de, ya daha yeni yeni serpilip yeşerme çağındaki çocuk ve
gençlere ne demeli. Artık cami kapılarında ve yardım kuyruklarında, yaşlı ve
gerçekten yardıma muhtaçlardan ziyade, ufacık çocuklar, gençler el açma
yarışına girmiş durumdalar. Ki öyle ki, böyle bir yardım ve sadakayı kapmak
için, neredeyse bir birinin gözünü çıkaracak kadar da fütursuzlaşmış ve öz
benliğini kaybetmiş duruma gelmişler.
Atalarımızın
yasa mahiyetinde bir sözü vardır. Ağaç yaş iken eğilir. Peki, şimdi bunca çocuk
yaşta dilenmeye, ondan bundan koparmayı marifet saymaya, onun bunun eline
bakarak yetişen bir nesilden bir gelecek beklenebilir mi? İnanın böyle bir
nesil, beş kuruş uğruna değil görevini, arkadaşını, dostunu, gerekirse vatanını
ve kendini dahi satar. Çünkü bu doğanın değişmeyen kanunudur. Gelişme çağındaki
bir fidana gereken özeni gösterip düz yetiştirmeyi başarmamışsan, ağaç olduktan
sonra onu asla ve de asla düzeltemez ve doğrultamazsın. O yine eğri büğrü
büyümeye ve çalı gibi yayılmaya devam ederek büyüyecektir.
Böyle bir nesil ve toplumda ise, ne aile, ne
vatan, ne millet, ne doğa sevgisi ne de insani hiçbir sevgi ve değer
bulabilirsin. Böyle bireylerin olduğu yer de ne birlik, ne toplum, ne de aile
bağları olur. Böyle bir neslin geliştiği bir toplum, olsa olsa, dağılmaya,
yıkılmaya ve zail olmaya doğru gidebilir. Çünkü gerçekten muhtaç ya da öyle bir
durumda olmamasına rağmen, el açıp dilenen, ondan bundan koparmayı marifet
sayan, onurunu bir lokma ekmek, ya da beş kuruş uğruna ayaklar altına alan bir
bireyin ne kendine, ne de topluma bir faydası olur.
Ve
unutulmamalıdır ki tarih boyunca, dağılan ve yok olan birçok kavim, millet ve
toplumun yok oluşunun en başında, bu tür insani değerlerin giderek yok olması
neden olmuştur. Tarihe bakın onlarca, hatta yüzlerce örneğini göreceksiniz.
Umarım hem toplumsal, hem de bireysel olarak, ilk önce önemsiz gibi görünüp,
toplumları yok olma noktasına götüren, bu insani değerlerimizin farkına varır,
dilenen, el açan, onun bunun kuyruğundan dolaşan, birey ve toplum olmaktan
kurtularak, ilme, irfana sarılan, onurlu ve başı dik, kişilik sahibi bir toplum
ve birey olma yolunda ilerleriz.
Ve artık toplum, yardım dağıtarak insanları bu duruma sürükleyen siyasi ve politik anlayışlardan da kendini soyutlamalı ve onu asıl yüceltecek, başı dik, onurlu bir anlayışın peşine düşmelidir. Aksi halde gün gelecek el uzatacak birini dahi bulmayacaktır. Çünkü bakacağı etrafındakilerin hepsi ondan farklı olmayacaktır.
Her zaman adil olma ve haklının yanında yer
almak ise onurlu ve kişilik sahibi bireylerin sahip oldukları başka bir
özelliktir. Onlar her ne olursa olsun, adaletten ayrılmaz, menfaat veya çıkar
uğruna, onur ve kişiliklerini ayaklar altına alarak, kaybetseler dahi haklının
yanında yer almaktan kaçınmazlar.
Bir
zamanlar dağ bayır, yağmur çamur altında, kucağında hamura dönen kitaplarla
çalışarak kazanan çoban kardeşimin evladının, toz, duman, his, kir, soğuk sıcak
demeden didinen hademe kardeşimin biri bin yararak ancak okuttuğu evladının,
gecesine gündüzüne katan, yağmur çamur demeden oradan oraya, koşan güvenlik ve
asayiş neferi kardeşlerimizin bin bir emek ve canları pahasına okuttukları
evlatlarının, bilekleri ve alın teri göz nuru emeklerinin karşılığı
kazanmalarına rağmen, onların yerine birkaç şarlatanın peşine takılan, din
kisvesine bürünen yobazların, okullara ve kamusal alanlara yerleştirilmeleri
gibi. Ve onların bütün bu gerçeklerini bilmelerine rağmen, onur ve
kişiliklerini ayaklar altına alarak, sessiz kalan o günün zavallı makam sahibi
görevlileri ve adaletten gayri yaşayan parazitleri gibi.
Oysa
sadece bir tek onurlu ve kişilik sahibi bir davranış ve başkaldırış, bütün o
haksızlıklara ve adaletsizliğe yeterli gelebilirdi. Ama ilk önce birkaç kuruş
ve paket yardım ile onuru, sonra da eline tutuşturulan yalancı bir kalemle
sanki yüksek puanlarla hak etmiş gibi, o makamlara yerleştirilmiş olan o
zavallılardan, böyle onurlu ve kişilikli bir davranış elbette beklenmezdi. Ki
yakın tarihin yaşattıkları ve gösterdikleri bunun açık beyanatıdır. Ve ülke
hala bunun ceremesini çekmeye devam etmektedir.
İşte, her bir dalı, kelebeği, yusufçuğu, börtü
böceği, otu ya da sineğinin tek tek yok edilerek, zamanla ortadan kaldırılan
ormanlar misali, toplumları ve bireyleri de çöküşe ve yok oluşa götüren
nedenler, onu insan olarak ayakta ve birlikte tutan bu tür insani değerlerinden
soyutlanmasıyla mümkündür.
Belki
ilk önce tek bir sineğin, yusufçuğun, ya da ağacının yok edilip koparılması
göze gelmese de, göze geldiği anda ise, artık o ormanın kurtarılması için, geri
dönüşü olmayan yola girilmiş demektir. Çünkü onu bir zamanlar ayakta tutan ve
orman olmasını sağlayan, o uzuvlarını geri getirmek mümkün olmayacaktır. Şimdiye
kadar nesli tükenen yüzlerce canlının geri getirilmediği gibi.
Biz
insan olarak her ne olursa olsun, bizi biz kılan, yani yaratılmışlar arasında
farklı kılan değerlerimizden olmamalıyız. Canımız pahasına dahi olsa, insani
değerlerimizden taviz vermemeliyiz. Çünkü ancak bu değerlere bağlı kalarak,
benliğimizin ve fıtratımızın erdeminde yaşayabiliriz. Aksi halde önceleri
önemsenmeyen küçük tavizlerle, büyüyecek bireysel ve toplumsal yaraları onarmak
mümkün olmayacak ve çöküş, dağılış ve yok oluş engellenemeyecektir.
Unutma,
bu gün eline geçen bir torba parayı kaybetsen de, yarın yine kazanabilirsin.
Ama kaybedilen bir onur ve kişiliğin maalesef böyle bir telafisi yoktur.
Onur
dolu bir gelecekte, bir sonraki yazımda buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın.
Zeki Tüzünlü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder