18 Temmuz 2018 Çarşamba

Onur ve Kişilik




Onur ve Kişilik

       El değmemiş ormanlar, gürül gürül akan şelaleler, ulaşılmaz zirveleriyle arşa kafa tutan dağlar, çöller ve denizler, üzerinde yaşadığımız bu dünyanın doğal oluşumlarıdır. Ve bu oluşumların ne bir eli, ne bir ayağı, ne de insanı kendine çekmek için bağırıp kendini duyuracak bir dili vardır. Ama yine de birçok insan, bu gibi doğal güzellik ve oluşumları görmek için, kilometrelerce, hatta bazen kıtalar arası yolu kat eder. Onca yolu kat etmelerinin tek nedeni ise, adını ve güzelliğini duyduğu bu doğal oluşumları görmek içindir.

       Bir ormanın bin bir renk ve çiçekten sahip olduğu bitkisi ve ağacı, içinde barındırdığı binlerce kanatlı kanatsız canlı, onun birer parçası ve onu güzel kılan dallarıdır. Aslında bunların her biri ormanı var eden uzuvlarıdır. Onu şekillendiren, göze getiren ve orman diye adlandırılmasını sağlayan da, sahip olduğu bu çeşitliliktir. Eğer barındırdığı bu çeşitliliği yavaş yavaş, ya da tek tek yok etmeye başlarsanız, zamanla bu vasfını yok edecek ve gün gelecek ki, binlerce kilometre, hatta kıtalar arası insanı kendine çeken ormanın yerinde, esen yeller ve insanların kaçtığı ıssızlıktan başka bir şey bulamazsınız. Yani böylece onu yok edersiniz.

       Hatta doğal yaşamda var olan öyle bir realite vardır ki, belki de ona yapılan kıyıma karşı verdiği en büyük tepkilerden biridir bu. O da, elsiz, ayaksız, dilsiz, sadece güzelliği ile insanoğlunu kendine çekmesini başardığı gibi, yeri geldiğinde ona yapılan aksi müdahalelere karşı gösterdiği tepki ile insanoğlunu kendinden kaçırmasını da başarmasıdır.

       Mesela, yaşarken bakmaya kıyamadığımız bir ceylanın, ötüşüne doyamadığımız bülbülün, devasa boyutlarıyla, seyre doyamadığımız filin, zürafanın katledilmesi sonrası leşe dönerek yaydığı koku ve korkunç görüntüleri ile elsiz, ayaksız, ya da sessiz olarak insanoğlunu kendinden kaçırmayı başarması gibi. Veya bir zamanlar gülü, çiçeği, meşesi, çayırı ile gezmeye doyulmayan nice orman ve ovanın, yok edilmesi sonucu, bu gün ekolojik sistemde kendini gösteren negatif reaksiyonlar. Dünyanın birçok yerinde, ölümcül düzeyde baş gösteren kuraklık, ya da dengesiz aşırı yağışlardan önlenemez sel sorunlarının giderek daha fazla duyulması gibi.

       Bunlar var olan doğal yaşamı meydana getiren her bir parçasının, yapılan müdahaleler sonucu gerçek özünden sıyrılması ve özünü kaybetmesi sonucu gösterdiği tepkilerdir. Doğal yaşamın bir parçası olan insanoğlu da, ondan farksız değildir. Nasıl ki, bir ormanı orman yapan, her bir çiçeği, gülü, kelebeği börtü böceği onun birer uzvu olarak, var olmasını sağlıyor ve onu orman olarak vasıflandırıyorsa, insanoğlunu da vasıflandıran ve birey ya da toplumsal olarak var olmasını sağlayan vasıflar ve özellikler vardır. Onlar da bir önceki yazılarımda dile getirdiğim gibi, sevgi, dostluk ve benzeri özelliklerdir. Bu vasıf ve özelliklerden belki de en önemlilerinden biri de onur ve kişiliktir. Onu şekillendiren, farklı kılan ve insani benliğine ulaştıran belki de en önemli özelliği de budur.

       Bu değerler ise kolay kolay sahip olunan değerler değildir. Çünkü onur ve kişilik, birçok insani özelliğin toplamından sağlanan bir olgudur. Birine onurlu ve kişilik sahibi demek için, ya da onur vasfını hak etmek için toplumsal kabul görmüş birçok kavramı hak etmek ve o kavramlara sahip olmak gerekir.

       Her şeyden önce, kültürümüze göre namusuna, ya da genel bir anlayışla söylemek gerekirse, eşine ve çocuklarına sahip çıkmak, onurlu ve kişilikli olmanın en önemli özelliğidir. Çünkü namusuna, ya da eşine ve çocuklarına sahip çıkmayan, hayvani bir dürtü ile yaşar ki, hayvanlar da ise bu tür kavramlar söz konusu değildir. Böyle bir yaşamın, vatan sevgisi, vatandaşlık sevgisi, bayrak sevgisi, konu komşu ve milliyet duygusu, kısacası onu bir insan olarak toplumla bağdaştıran hiçbir kavrama bağlılığı da olmaz. 

       Bu gün toplumsal olarak, inanın çıktığımız sokağımız, mahallemiz veya şehrimizin bize gösterdiği gerçek ise, bu kavrama bağlılığın giderek ne kadar zayıfladığını göstermektedir. Toplumları illeri taşıyan genç nesildir. Çünkü gelecek ancak onların varlığı ile şekillenir. Bu gün özellikle yaşadığım şehirde her gün şahit olduğum içler acısı durum, bu vahametin açık göstergesidir. Çünkü genç neslimizin gün geçtikçe, daha da parlayıp ışıyacağına, ilme, irfana, sanata, geleceğe sarılacağına, uyuşturucuya, fuhuşa, gaspa ve kendini satma eğilimine girdiğine şahit olmaktayız.

       Evet, belki bir çok okuyucu gördüğü ve şahit olduğu birkaç kişiden dolayı ki, bu birkaç kişi denilen sayıyı saymak ise artık mümkün değil. Çünkü şahit olduklarımız artık sayılmayacak kadar, kendini ulu orta açığa vuran bir rakama ulaşmıştır maalesef.  Böyle bir genellemeye itiraz edebilir. Ama doğal bir gerçek var ki asla itirazımız da, karşı koymamızda mümkün değil. O da, koskocaman barajları yok olma eşiğine götüren nedenlerin en başında, hiç önemsenmeyen en ufak çatlakların olduğu, ya da tek bir damla zehrin, koskocaman bir kazan sütü heba etmeye yetmesi gibi gerçeklerdir.

       Her çocuk mutlaka bir anne ve babadan dünyaya gelir. Peki, şimdi bu çocukları ulu orta ortaya salan anne ve babadan, toplumsal bir fayda beklenebilir mi? Ya da artık bu yaşam biçimini seçen bir nesilden nasıl toplumsal bir gelecek beklenebilir? Bu gibi bir nesilden, aile, komşu, millet, vatan ya da bayrak sevgisi, ya da böyle bir toplumda, bu değerlere bağlılık beklenebilir mi?  

       Onur ve kişilik sahibi bir bireyin sahip olduğu en önemli başka bir özellik, asla hak etmediğine ve hakkı olmayana el uzatmamasıdır. O alın teri dökmeden, ya da kendi emeğinin karşılığı olmayan hiçbir şeye el uzatmadığı gibi, başkasına ait olan hiçbir şeye de göz dikmez ve asla sahiplenmeye çalışmaz.

       Onur ve kişilik sahibi bireylerin barındırdıkların başka bir ortak özellik ise, asla yalana başvurmamaları ve dost doğru olmalarıdır. Onlar hiçbir zaman yakın ya da uzak hiçbir insan için yalan beyanda bulunmazlar ve insanları karalayıp kötülemezler. Her hangi bir durumda, asla doğrudan ayrılmazlar ve bu durum yakını, ya da bizatihi kendi canını yaksa da, onlar yine de doğru olandan yanadırlar.

       Onur ve kişilik sahibi her bireyin taşıdığı ve onları toplumda farklı kılan belirgin başka bir özellik ise, asla el açmazlar ve yardım dilemezler. Hatta öyle bir durumla karşılaşmaları halinde, bu onlar için o kadar ağır olur ki, belki açlıktan, ya da öyle bir duruma düşmekten ölümü dahi tercih edebilirler. Çünkü bu özellik, her gün yanmasına rağmen, ışık olma pahasına, evreni yaşanır kılan belki de en büyük yıldızdan ona sirayet eden en belirgin özelliktir. Aslında toplumları var eden ve illeri taşıyan, bir arada tutan en belirgin insani değer de belki de budur. 
 
       Oysa bu gün, sokağa ya da mahallenizin bir köşesine çıkın şöyle bir etrafınıza bakın bakalım. Göreceğiniz her hangi bir belediyenin yardım aracının etrafında, yemek ya da içecek dağıtan yardım kuruluşlarının kapılarında, ya da hiç görmezseniz her hangi bir namaz vaktinde, en yakınınızdaki her hangi bir caminin kapısına uğrayın ve şöyle bir bakın. Özellikle yardım araçları ve yardım kuruluşlarında uzayıp giden kuyruk ve toprak atsan yere düşmeyecek kalabalıkları görün ne demek istediğimi anlarsınız.

       Artık insanlarımız bırakın böyle yardım kapılarından bulunmaktan utanmayı, onura aykırı görmeyi, bir nevi o yardımı kapmaktan onur duymaya ve marifet saymaya başlamış duruma gelmiştir. Adamın altında son model Mercedes araç, yaşadığı daire yüz milyarlar değerinde, neredeyse bağ bahçe han hamama sahibidir. Ama yine de bu tür yardım kuyruklarında ve yardım amaçlı dağıtımlarda bulunmaktan esef duymamaktadır.

       Hadi büyükler neyse de, ya daha yeni yeni serpilip yeşerme çağındaki çocuk ve gençlere ne demeli. Artık cami kapılarında ve yardım kuyruklarında, yaşlı ve gerçekten yardıma muhtaçlardan ziyade, ufacık çocuklar, gençler el açma yarışına girmiş durumdalar. Ki öyle ki, böyle bir yardım ve sadakayı kapmak için, neredeyse bir birinin gözünü çıkaracak kadar da fütursuzlaşmış ve öz benliğini kaybetmiş duruma gelmişler.

       Atalarımızın yasa mahiyetinde bir sözü vardır. Ağaç yaş iken eğilir. Peki, şimdi bunca çocuk yaşta dilenmeye, ondan bundan koparmayı marifet saymaya, onun bunun eline bakarak yetişen bir nesilden bir gelecek beklenebilir mi? İnanın böyle bir nesil, beş kuruş uğruna değil görevini, arkadaşını, dostunu, gerekirse vatanını ve kendini dahi satar. Çünkü bu doğanın değişmeyen kanunudur. Gelişme çağındaki bir fidana gereken özeni gösterip düz yetiştirmeyi başarmamışsan, ağaç olduktan sonra onu asla ve de asla düzeltemez ve doğrultamazsın. O yine eğri büğrü büyümeye ve çalı gibi yayılmaya devam ederek büyüyecektir. 

        Böyle bir nesil ve toplumda ise, ne aile, ne vatan, ne millet, ne doğa sevgisi ne de insani hiçbir sevgi ve değer bulabilirsin. Böyle bireylerin olduğu yer de ne birlik, ne toplum, ne de aile bağları olur. Böyle bir neslin geliştiği bir toplum, olsa olsa, dağılmaya, yıkılmaya ve zail olmaya doğru gidebilir. Çünkü gerçekten muhtaç ya da öyle bir durumda olmamasına rağmen, el açıp dilenen, ondan bundan koparmayı marifet sayan, onurunu bir lokma ekmek, ya da beş kuruş uğruna ayaklar altına alan bir bireyin ne kendine, ne de topluma bir faydası olur. 

       Ve unutulmamalıdır ki tarih boyunca, dağılan ve yok olan birçok kavim, millet ve toplumun yok oluşunun en başında, bu tür insani değerlerin giderek yok olması neden olmuştur. Tarihe bakın onlarca, hatta yüzlerce örneğini göreceksiniz. Umarım hem toplumsal, hem de bireysel olarak, ilk önce önemsiz gibi görünüp, toplumları yok olma noktasına götüren, bu insani değerlerimizin farkına varır, dilenen, el açan, onun bunun kuyruğundan dolaşan, birey ve toplum olmaktan kurtularak, ilme, irfana sarılan, onurlu ve başı dik, kişilik sahibi bir toplum ve birey olma yolunda ilerleriz. 

       Ve artık toplum, yardım dağıtarak insanları bu duruma sürükleyen siyasi ve politik anlayışlardan da kendini soyutlamalı ve onu asıl yüceltecek, başı dik, onurlu bir anlayışın peşine düşmelidir. Aksi halde gün gelecek el uzatacak birini dahi bulmayacaktır. Çünkü bakacağı etrafındakilerin hepsi ondan farklı olmayacaktır.

        Her zaman adil olma ve haklının yanında yer almak ise onurlu ve kişilik sahibi bireylerin sahip oldukları başka bir özelliktir. Onlar her ne olursa olsun, adaletten ayrılmaz, menfaat veya çıkar uğruna, onur ve kişiliklerini ayaklar altına alarak, kaybetseler dahi haklının yanında yer almaktan kaçınmazlar.

       Bir zamanlar dağ bayır, yağmur çamur altında, kucağında hamura dönen kitaplarla çalışarak kazanan çoban kardeşimin evladının, toz, duman, his, kir, soğuk sıcak demeden didinen hademe kardeşimin biri bin yararak ancak okuttuğu evladının, gecesine gündüzüne katan, yağmur çamur demeden oradan oraya, koşan güvenlik ve asayiş neferi kardeşlerimizin bin bir emek ve canları pahasına okuttukları evlatlarının, bilekleri ve alın teri göz nuru emeklerinin karşılığı kazanmalarına rağmen, onların yerine birkaç şarlatanın peşine takılan, din kisvesine bürünen yobazların, okullara ve kamusal alanlara yerleştirilmeleri gibi. Ve onların bütün bu gerçeklerini bilmelerine rağmen, onur ve kişiliklerini ayaklar altına alarak, sessiz kalan o günün zavallı makam sahibi görevlileri ve adaletten gayri yaşayan parazitleri gibi.

       Oysa sadece bir tek onurlu ve kişilik sahibi bir davranış ve başkaldırış, bütün o haksızlıklara ve adaletsizliğe yeterli gelebilirdi. Ama ilk önce birkaç kuruş ve paket yardım ile onuru, sonra da eline tutuşturulan yalancı bir kalemle sanki yüksek puanlarla hak etmiş gibi, o makamlara yerleştirilmiş olan o zavallılardan, böyle onurlu ve kişilikli bir davranış elbette beklenmezdi. Ki yakın tarihin yaşattıkları ve gösterdikleri bunun açık beyanatıdır. Ve ülke hala bunun ceremesini çekmeye devam etmektedir.
      
       İşte, her bir dalı, kelebeği, yusufçuğu, börtü böceği, otu ya da sineğinin tek tek yok edilerek, zamanla ortadan kaldırılan ormanlar misali, toplumları ve bireyleri de çöküşe ve yok oluşa götüren nedenler, onu insan olarak ayakta ve birlikte tutan bu tür insani değerlerinden soyutlanmasıyla mümkündür.

       Belki ilk önce tek bir sineğin, yusufçuğun, ya da ağacının yok edilip koparılması göze gelmese de, göze geldiği anda ise, artık o ormanın kurtarılması için, geri dönüşü olmayan yola girilmiş demektir. Çünkü onu bir zamanlar ayakta tutan ve orman olmasını sağlayan, o uzuvlarını geri getirmek mümkün olmayacaktır. Şimdiye kadar nesli tükenen yüzlerce canlının geri getirilmediği gibi.

       Biz insan olarak her ne olursa olsun, bizi biz kılan, yani yaratılmışlar arasında farklı kılan değerlerimizden olmamalıyız. Canımız pahasına dahi olsa, insani değerlerimizden taviz vermemeliyiz. Çünkü ancak bu değerlere bağlı kalarak, benliğimizin ve fıtratımızın erdeminde yaşayabiliriz. Aksi halde önceleri önemsenmeyen küçük tavizlerle, büyüyecek bireysel ve toplumsal yaraları onarmak mümkün olmayacak ve çöküş, dağılış ve yok oluş engellenemeyecektir. 

       Unutma, bu gün eline geçen bir torba parayı kaybetsen de, yarın yine kazanabilirsin. Ama kaybedilen bir onur ve kişiliğin maalesef böyle bir telafisi yoktur.

       Onur dolu bir gelecekte, bir sonraki yazımda buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın.
 Zeki Tüzünlü
                                                                   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder