Yaşam denen muammada, var edilmiş olan her şey bir değerle
var edilmiştir. Ve o değer, o varlığı hayatta diğer varlıklar arasında farklı
kılan, onu pekiştiren, özünü oluşturan değerdir. Eğer bu değer vasfı olmasaydı,
yaşam denen döngüde, anlam diye bir şey olmazdı. Hayattaki her şeyi ve her
varlığı anlamlı kılan işte bu değerlerdir.
Bir aslanı aslan kılan,
ona verilmiş olan güçtür. Bu ona verilmiş olan en büyük değerdir. Ayrıca,
avcılık özelliği, heybeti, kükreyişi onu meydana getiren değerlerdir.
Bir karıncayı karınca kılan çalışma azmi, onu farklı kılan
en büyük değerdir. Bir köpeğin sadakati, ona verilmiş olan değerlerden biridir.
Ve bu değer sayesinde insanoğluna en yakın olan varlıklardan biri olmayı
başarmıştır. Ve değer bulmuştur. Gerçi günümüzde şahit olduğumuz ve dostluk ve
sadakatlerine hayran olduğumuz o canlılara yapılanları gördükçe,
insanlığımızdan utansak da, yine de bizim açımızda büyük değere sahip
canlılardan biridir.
Suyun akan sesi ve serinliği, ya da sıcaklığı suyu su kılan
değerlerdir. Ateşin yakıcılığı, ona verilmiş olan ve onun özü olarak, yani ateş
olarak algılamamızı sağlayan değerdir. Kısacası, var edilmiş olan her canlı, ya
da varlık, gözümüzde asıl özü ile algılamamızı sağlayan bir değerle var
olmuştur ve bu değerleri sonsuz sayabiliriz.
İşte bütün bu varlıklar gibi, insanoğlu da birçok değerle
var olmuştur. Onu varlık âleminde farklı kılan da bu değerler toplamıdır. Bu
değerler neticesinde de, ya fahri kâinat olma onuru ve şerefine ulaşan, ya da
efsali Safilin durumuna düşen ondan başka da bir varlık yoktur. Çünkü var
edilmiş olduğu değerlerin aksine yaşam süren tek varlık odur. Ondan başka
fıtratından gayri yaşam süren bir varlık bulamazsınız. Hatta bulsanız bile, o
varlığı dahi aykırı yaşamaya yönlendirenin de, yine insanoğlu olduğunu
görürsünüz.
Bir aslan, öldürmek üzere yaratılmıştır
ve bu doğası gereği yaşar. Bu onun yaradılış fıtratıdır. Bir çakalın da öyle! Bir
balık yüzmek, yumurtlamak ve belki günü geldiğinde av olup bir avcının oltasına
takılarak tava olmak üzere yaşar. Onun bundan öte bir mücadelesi olmaz. Komşusu
bir mi yumurtlamış, on bin mi, ya da o bir mi yumurtlamış, ya da yüz bin mi,
hiç ama hiç enterese eden bir şey değil. O sadece doğası gereği, yaşamını
sürdürmeye bakar.
Ya da ay az daha mı parlak, uzak
yıldızlardan biri daha mı can alıcı ve yuvarlak, ya da güneş neden o kadar
sıcak ya da büyük, diğer yıldızlardan hiç birinin umurunda olan bir şey
değildir. Onlar sadece doğaları gereği devinimlerini sürdürmeye bakarlar.
Bundan öte bir çaba ve mücadeleleri olmaz. Hatta öyle ki, döngüsünden öte,
sonsuz ufaklıkta hızını artırma gayreti de olmaz. Zaten öyle bir çabası
olsaydı, böyle bir denge olmazdı.
Oysa eğer o balık yerine bir insanoğlu
olsaydı, komşusu bin doğururken, o bir doğursaydı, dişi balığın kocası her
halde anında, ya onu oracıkta binlerce oltaya geçirip lime lime ederdi. Ya da
oracıkta tavaya atıp, diri diri tava ederdi, neden komşusu bin doğurdu da sen
bir doğurdun diye.
Ya da eğer bir yıldız olsaydı, komşu
yıldız az daha parlak diye, kalkıp kozmos âlemini cehenneme çevirirdi.
Ne ise aykırılığımızı açıklamak için bu
örnekleri de sonsuz çoğaltabiliriz. İşte sonsuz çoğunlukta aykırılığına örnek,
âlemdeki tek varlık olan insanoğlunun da, fıtratı gereği yaratıldığı değerler
vardır. Onu farklı kılan da bu değerlerdir.
İnsanoğlu olarak, belki akıl bizim diğer
varlıklardan en büyük farkımız olarak görünse de, asıl bizi farklı kılan, onun öncülüğünde
sahip olduğumuz değerlerdir. Bunlar, hayâ, kardeşlik, dostluk, doğruluk, daha
nicesiyle birlikte, en önemlisi saygı ve sevgidir.
Bu benim bloğumda yayınlayacağım ilk
makalem olacak. İlk makalemde ne ile ilgili yazsam diye düşünürken, belki de
tam dank gelen bir anda, televizyon seyretmek isterken, tesadüfen denk geldiğim
bir programda duyduğum bir konu hakkında yazmak istedim. Gerçi programı birkaç
saniyelik seyrettim diyebilirim. Yani duyduklarımı duyduğum süre zarfında ancak
seyredebildim. Çünkü daha fazla seyretmeye tahammülüm olmadı. Programda, güya
toplumumuzda cinci hoca diye tabir edilen biri, bir şeyler anlatıyordu her
halde. Tam da o esnada, eline uzatarak, sırıtkan bir yüz ve iç burkan bir
ifadeyle, başparmağını ve işaret parmağını bir birine sürterek, aşk, sevgi
bunlar yalan, gerçek olan para para gibi bir şeyler diyordu. Ve zan edersem bu adam bir de o sırada güya
dini program kisvesiyle sunum yapıyordu. Oysa her halde düşüncesinin inancımız
ve kitabımız Kuran’ı kerimle çeliştiğini bilmiyordu.
Çünkü Kuran’ı Kerimde birçok ayetten
sevgiden bahsedilmekte ve insanlara tavsiye edilmektedir.
Meryem Suresi, 96. ayet: “İman edenler ve salih amellerde
bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.”
Taha Suresi, 39. ayet: "Onu sandığın içine koy, suya bırak, böylece su onu sahile bıraksın;
onu Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen
için, Kendim'den sana bir sevgi yönelttim."
Daha nice sevgi ayeti ile birlikte, en
önemlisi her halde bu kişi, Rum suresi 21. Ayeti hiç okumamış olmalı. Çünkü
onda şöyle buyuruluyor.
Rum Suresi, 21. ayet: “Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler
yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir.
Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.”
Ki bu ayet özellikle, aile ve eşlerin
arasındaki bağı, yani sevgi bağının geliştirilmesi için, cami imamlarımızın her
zaman vaazlerde ve hutbelerde dile getirdikleri bir ayettir.
Şimdi bu ayetin anlattığını, o adamın
sırıtkan bir yüz ve fütursuzca parmaklarını bir birine sürterek, dokunduğu para
veya para eden her hangi bir metal gibi, fiziki olarak görmediğimiz için yok mu
sayacağız? Ya da haşa buna yalan mı diyeceğiz?
Düşünsenize, bu adam gibi düşündüğünüzü
ve her şeye bu düşünceyle yaklaştığımızı farz edelim. Her gün eve girdiğinizde,
kollarını açarak size koşan bir çocuğun, kapıyı yüzünüze açıp, yüreğinizi
hoplatan bir eşin, kollarını açarak size sarılan bir anne, ya da babanın
sevgisinden mahrum, dört duvarı yakut, ya da zümrütten bir dünyadan yaşasaydınız
nasıl bir anlamı olurdu?
Oysa yakut ya da zümrüt, taş ya da toprak,
ancak sevgi ile anlam bulur. Yoksa zümrütten de olsa, zindan yine zindandır. Ne
seni saracak sıcak bir kolu, ne yüzünü güldürecek gülen bir yüzü vardır.
Asıl üzüldüğüm şey ise, bu asırda böyle
şeylerin izlenmesi ve böyle safsataların dinleniyor olmasıdır.
Neyse güzel insan, sen yüreğini karartma
ve asla sevip sevilmekten vaz geçme. Çünkü karanlık ne kadar zifiri olursa
olsun, yine de güneş doğmaya devam eder. Onlar gereğini yaparak karanlığı,
ruhsuzluğu, metaa tapmayı tavsiye ettikçe, sen seni insan kılan değerlere,
hayâya, dostluğa, kardeşliğe, umuda ve de en önemlisi saygıya ve sevgiye yöneleceksin.
Böylece, her gün yanması pahasına,
yaşama hayat veren ve yaşamı yaşanır kılan güneşin ışıması gibi, sen de karanlık
yüzlere karşı yüreğini karartmayacak, fahri kâinat olarak, onların yalan
dediklerini yaşanır kılarak, ışımaya devam edeceksin.
Sevgi, saygı, barış, dostluk dolu bir
gelecekte, daha nice güzel yazıda buluşmak üzere, hoşça kalın.
Zeki Tüzünlü
Not: Bu yazımdaki fikir ve birçok alıntı
“=Barış Gülü =Şayşay=” adlı eserden alınmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder